Bu yazı, Ayhan AKTAR'ın facebook'taki paylaşımıyla haberdar olduğum Oya BAYDAR'ın "Darbecilerden kahraman yaratmayı başaranlara…"başlıklı yazısı üzerine kaleme alınmıştır. Baydar'ın yazısını önce okumak isteyenler için yazının linki, bu gönderinin en altında yer alıyor.
DARBELERİN "BAŞARISIZLIĞI"NA DEĞİL "HASILASI"NA BAKMAK...
. –Oya Baydar'ın Samimi Çağrısı Vesilesiyle–
Sonunda bir "beyaz sayfa açmak"tan söz ediyor Oya Baydar.
Söyledikleri elbette tartışılabilir; zaten o da bir tartışma başlatmak için yazmış olsa gerektir; ama samimiyetin en temel tartışma metâı yapıldığı bu ortamda, samimiyetini tartışılmaz buluyorum.
Paylaşımı için Ayhan Aktar'a teşekkür ederim.
Bu vesileyle Oya Baydar'ın sözünü ettiği "beyaz sayfa"yı tartışmaktan ziyade, benim katkım, daha marjinal kalacak, şimdilik. O da şöyle:
FÂİLİN NİYETİ'NE BAKMAK, MEF'ÛLÜN KISMETİ'Nİ ES GEÇMEK...
Oya Baydar, bu ülkedeki demokratların darbelere bakışını güzel özetlemiş:
"27 Mayıs darbesi, “Yeter! Söz milletindir” diyerek iktidara gelen Demokrat Parti’ye karşıydı. 12 Mart 1971 darbesi antiemperyalist sol harekete (ve hazırlanmakta olan sol Kemalist darbe teşebbüsüne) karşıydı. 12 Eylül 1980 faşist darbesi, yükselen işçi hareketine, sosyalist harekete, ayak sesleri duyulan Kürt hareketine ve İslamî kesimlere karşı CİA güdümlü bir darbeydi. Postmodern darbe diye de adlandırılan 28 Şubat müdahalesi vesayetçi rejimin mağduru geniş halk kitlelerine dayanan siyasî İslamın yükselişini engellemeyi amaçlıyordu. Darbeci-vesayetçi odaklar, 2002’de iktidara gelmesini engelleyemedikleri AKP’nin önünü kesmek, toplumdaki kıpırdanmayı, dipten gelen değişim dalgalarını durdurmak için 2003’ten itibaren çeşitli önlemler almaya çalıştılar."
Evet, yaklaşık yarım asrın hulasası budur: fakat bu telhîs, sadece "darbecilerin ne yapmak istediği"ne, ya da neye niyet ettiklerine odaklanmakla mâlül. Biraz daha açayım: Darbecilerin burada özetlenen niyetlerini sorgulayıp yargılayabilir, bu niyetlerin halktan kopukluğunu, tepeden inmeciliğini, oligarşikliğini, sözde ilericiliğine karşın demokratik ruhtan yoksunluğunu... gözler önüne serebilirsiniz. Daha ileri gideyim: Fâilin bu niyetine karşı çıkabilir, o niyet tahakkuk etmesin diye kolları sıvayıp bir mücadele yürütebilir ve sonunda, niyetini akâmete uğratıp hedefine ulaşmasını engelleyebilirsiniz. Nitekim, halkın da darbeler sonrasında yaptığı buna benzer bir şeydir; darbecilerin "sözde serbest" seçimlerle işbaşına getirmek istediği parti ve liderlere değil de, darbecilerin ufûnetini azdırmayacak, ama onlara sağlam bir penaltı golü olarak kayda geçecek bir şut çekmek!
27 Mayıs, sadece Demokrat Parti'yi biçmek maksadıyla değil, CHP veya onun matuşkası bir siyasî heyeti seçimler yoluyla iktidara yerleştirmek maksadıyla yapılmıştı. Fâilin bu niyeti tahakkuk etti mi? Hayır! Halk, seçimleri bir penaltı vuruşu olarak değerlendirip darbecileri şaşkına çevirdi(ğini sandı).
12 Mart, "toplumsal gelişme, ekonomik gelişmeyi aştı; onu ekonomik gelişme seviyesine ayar etmek lazım" diyordu. Oldu mu? (Buna cevap vermeyeceğim ) Şu kadarını söyleyebilirim: Darbeciler, bir "Kara Kitap" yayınlayarak "Zararlı" ilan ettikleri her hareketin mensuplarını biçmeye kalktılar; işkenceler, idamlar, mahkumiyetler... Kapatılan partiler...
12 Eylül, Oya Baydar'ın zikrettiği bütün o kesimleri siyaset sahnesinden süpürmeyi, ama aynı zamanda, ayrıkları ve taşları temizleyerek ziraate hazırladığı tarladan gür bir "Turgut Sunalp iktidarı" fışkırtmayı hedefliyordu. Bu niyet hâsıl oldu mu? Hayır!
28 Şubat, "Yeni Dünya Düzeni"nin mutlak kötülük ilan ettiği "İslâmî Fundamentalizm"den memleketi arındırmak için kibar jargonuyla "Yükselen Siyasal İslam"ın ama daha açık adlandırmasıyla "İrticâ"ın önünü kesmek ve "kolay manipüle edilebilir bir koalisyonlar dönemi"ni yeniden başlatarak toplumu "bin yıl sürecek bir laikleştirme" sürecine tâbî kılmak istiyordu. "O koalisyon" kuruldu, "o parti" kapatıldı; "o öcü"nün kökünü kazıyacak adımlar, "züccaciye dükkanındaki" fil değilse "orangutan zerafeti" ile atıldı. Laikleştirmenin ilk adımı olarak "İslâmî Sermaye" biçildi; İslâmî STK'lar cendereye sokuldu; orta kısımları zaten kapatılmış olan İmam-Hatiplerle birlikte, meslek liselerinin "iki yıllıklar" dışında üniversiteye girişinin önü kesildi; sekiz yıllık kesintisiz eğitim çağındaki çocuklara din eğitimi yasaklandı... Sermayeyi laikleştirmenin paldır-küldür bir soygun tarzı yürürlüğe konarak ülke ekonomisi, iki yılın sonunda "bir kriz rezonansı"na sokuldu. Pekiyi, amacına ulaştı mı? Bu soruya koca bir "Hayır!" diyecekler çoktur.
Bütün bu darbeler sonrasında ne oldu pekiyi? 27 Mayıs sonrasında demokrasiye geçilirken seçimleri "demir-kırat"a telmîhen Demirel'in "Kır At"ı kazandı. "Tankların gölgesinde siyaset"i içine sindiremeyen Demirel, fötr şapkalı "Çoban Sülü" imajıyla, 27 Mayıs'ın asker-sivil "ütülü kolalı seçkinler"ine galebe çaldı. 12 Mart'tan sonra, kapatılan MNP yerine kurulan MSP, CHP ile Koalisyon ortağı oldu; 12 Mart'ın hışmına uğratılanlar affedildi. Darbeci generaller, ilk defa, aslî işleri bakımından "Kıbrıs Çıkartması" ile test edildi; bu, aynı zamanda, Türkiye'nin knedisine biçilen "yurduna mahpus sümsük ülke" statükosunun da delinmesi girişimiydi. Fena halde Amerikan Ambargosu ile püskürtüldü. 12 Eylül'ün ardından 83 seçimlerinde, darbenin güyâ hışmına uğramış bir bürokratın, Turgut Özal'ın İTÜ amblemli "dört eğilim partisi" ANAP, Sunalp'in "Salon Subayları Partisi"ni ezici çoğunlukla yenip tek başına iktidar oldu. 28 Şubat'ın "Zayıf İktidar" için bir "edepli partiler koalisyonu" formülü gümbür gümbür göçtü; "o partiler" sandığa gömüldü; bir "Tek Parti İktidarı" doğdu.
Hikaye böyle anlatıldığında, "darbelerin hedeflerine asla varamadığı" gibi bir "hüsran anlatısı" çıkıyor ortaya. Türkiye'de darbe taraftarları da, darbe karşıtları da bu anlatıdan yoğuruyor kendi hamurunu.
Halbuki bu bakış, darbecilerin ilan edilmiş (manifest) amaçlarını, deklare edilmiş gayelerini merkeze alarak olayları yorumladığı için herşeyden önce "niyet-merkezci"likle mâlül, kusurlu bir bakış açısıdır. Darbeden önce, rahatsız bir kesim vardır; bu rahatsızlık, halk arasında baş gösteren "istenmeyen gelişmeler"in bertarâf edilmesi niyetinin fitilini ateşler. Demokratlarımızın çoğu, bu "bertarâf etme"nin usûlünü sorunsallaştırarak çok olsa asıl niyetini deşifre eden bir yaklaşıma teslim olmuş görünüyor.
Oysa, "halk arasında baş gösteren 'istenmeyen gelişmeler' " diye "öznesiz bir oluşum" olamaz. Bu istenmeyen gelişmelerin fâilleri de, ne kapatılan partilerdir, ne de darbenin hışmına uğrayan siyasal hareketler ve liderler. Öyleyse kim?
Öncelikle, bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Madem ki elimizde "istenmeyen gelişmeler" biçiminde tarif edilmiş bir cürüm vardır; bu cürmün failleri de "suçlu" olduklarına göre bütün "kolektif suç kovuşturmaları"nda en hassas mesele, "mağdur/masum/ilgisiz/habersiz" olanları ayıklayıp suçta dahli olabileceklerin öne çıkartılmasıdır. Bu, adaletin de bir gereğidir.
Şimdi benim kimleri böyle değerlendirdiğimi söyleyeceğimi sanıyorsanız avucunuzu yalayın Ben, suç kovuşturmacısı olarak değil, olanları, mesleğinin sağladığı araçlarla anlaşılır kılmağa çalışan bir sosyolog olarak bakmaya çalışıyorum. Bu açıdan, benim katkım, "görebildiklerimiz üzerinden maça dahil olup topa girmek" değil, göremediklerimizi bir parça daha net ve görülür kılmak olabilir.
Soru şu:
Darbeler tarihimizin tarafları olarak
a)
– darbecilere ilaveten
– oldukları sırada darbeleri alkışlayanlar -bunlardan bir kısmı sonradan nedâmet getirip utanç içinde itirafta da bulunmuş olabilirler-
– darbe sürecinde avantaj elde edenler kadar,
– darbeleri her zaman, ya da zaman zaman onaylayanlar bir cenahta;
ve
b)
– darbelerin hedef aldığı, canlarıyla, mallarıyla ve itibarlarıyla ezip tuz-buz ettiği asıl mağdur zümrelerine ilaveten
– karaladığı, şeytanlaştırdığı ve yeraltına ittiği "kötülüğün sıradan çocukları" kadar,
– "normal demokrasiye geçildi"kten sonra daha kalabalık oldukları anlaşılan darbe karşıtları ve demokrasi sevdalıları öbür cenahta
iki karşıt taraf kimi, kimleri "mağdur/masum/ilgisiz/habersiz" görüp ayıklamaktadırlar?
Kısaca bu taraflara kendi beğendikleri nitelemelerle "Cumhuriyetçiler" ve "Demokratlar" demek, adlandırma düzeyinde fazla Amerikanlaştırıcı bir çağrışım yapsa bile sağlayacağı kolaylık hatırına bu çağrışımı dikkate almadan okumanızı rica edebilirim, herhalde.
Cenahlardan ilki, "Cumhuriyetçiler", şer güçlerin "temiz duygularını istismar ettiği" bir "masum halk"tan; ikincisi olan "Demokratlar" da, darbelerle püskürtülerek seçkinlerin ayrıcalıklarından mahrum bırakılan "Anadolu insanı"ndan söz ediyor.
Cumhuriyetçiler, bu "masum halkın" kandırılmaya müsait, cahil, cahil olduğu için de "safiyâne dinî duygular besleyen", bu duygularının istismar edildiğini anlamaktan aciz, aslında "eğitilebilir", ama eğitimsiz olduğu için "zavallı", bir eğitilebilse artık gerçeği kavrayıp doğru karar verebildiğinde demokrasiyi de hak edecek bir kitle oluşturduğu kanaatindedir. Bu bakış açısı, esasen halkı "cezâî ehliyeti bulunmayan" bir "nesne insanlar yığını" olarak gördüğü için asıl suçluyu daima bu masum kitleyi "süflî iktidar hırslarıyla" baştan çıkarıp "Cumhuriyet'in kazanımlarını hiçe sayacak" şekilde emellerine alet edenler [yani ikinci cenah'ın politik aktörleri] olarak teşhis eder.
Demokratlar cenahı ise, mektep-medreseden mahrum bırakılsa da "Anadolu insanı"nın temyiz kudretini mâlik, "öz kültürümüz"den, "Anadolu irfânı"ndan süzülüp gelen bir tefrik basiretiyle doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek olgunlukta, yahut "memleket meselelerinde sağduyu ile hareket edebilecek" veya "çıkarlarının demokrasi ile daha iyi korunabileceğini anlayacak kadar akıllı" bir kitle olarak görür. Bu bakış açısı, halkı, maruz bırakıldığı baskı ve kısıtlamalardan kurtarılması mümkün, sağduyulu, normal şartlarda suç işlemeye tevessül etmeyecek, vatanı ve milleti için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, elitlerin hoyrat muâmelerini fazlaca "ârifâne" bir olgunlukla aşırı bir sabır ve tahammülle karşılayan "sağduyu sahibi bir halk" olarak görür. Bu sağduyu sahibi halk, artık, gelişmelere seyirci kalmasına yol açan yılgınlıktan bir kurtulabilse, daha kararlı bir biçimde haklarını talep ederek ağırlığını bir koyabilse demokrasi daha da güçlenecektir. Bu nedenle Demokrat cenah, "Anadolu insanı"nın masum olduğunu kabul eder ve asıl suçluyu "despotik oligarşilerini sürdürmek için bu masum kitleyi baskı altında tutan", halkı adam yerine koymayan, "halka rağmenci", "tepeden inmeci" Cumhuriyetçi cenah olarak teşhis eder.
Bana kalırsa her iki tarafın "mağdur/masum/ilgisiz/habersiz" kitlesi, üç aşağı beş yukarı örtüşüyor.
İki cenah da, bu masum kitleyi ötekinin cürmüne maruz kalmaktan yahut alet olmaktan kurtarmağa çalıştığına göre "istenmeyen gelişmeler" bu masum kitlenin seçimleri sayesinde vücut bulup gerçeklik kazanıyor demektir. "İstenmeyen gelişmeler"in gerçek ve anonim fâili, bu "masum halk / Anadolu insanı"dır.
Her iki cenah da, bu gerçek fakat anonim fâil'i "edilgen bir nesne" olarak aklamak suretiyle karşı cenahı şeytanlaştırmakta; böylece, üzerine kumar oynadığı dilberin namusuna dil uzatmadan ona şirin görünmeyi de başararak barbut atmaktadır. Bu kumarın mantığına göre her iki cenah da, esasen kendi kurtarıcı misyonlarını "masum halk / Anadolu insanı"nı etkileyerek farklı davranmasını sağlamak, böylece "masum halk / Anadolu insanı"nı ötekinden kurtararak yönetmek arzusundadır.
İki cenah arasındaki kumara odaklandığınızda, ilk cenahın, yani Cumhuriyetçiler'in hiç kazanamadığını sanıyorsunuz. Daha vahimi, ikinci cenahın yani Demokratların sonunda kazançlı çıktığını ve dolayısıyla "demokrasi, yani Anadolu insanı"nın kazandığını sanmanızdır. Oysa darbelerin ve darbecilerin niyet ve maksatlarını eksen alan bir yaklaşım, ancak futboldaki maç yorumunda mazur görülebilir.
Haydi futbol diliyle anlatalım. İki takım var. Ama Federasyon Yönetimi de, Hakem Kurulu da, stadyumlar da, saha ve stadyum güvenliğini sağlayan joplu kuvvetler de bu takımlardan ilkine ait. Memleketteki bütün fırsatlar bu futbol olayına göre dağıtıldığı için herkes futbola dahil olmak zorunda. Diyelim topa ayağınız değmiş olsa bile, sizden iyi futbolcu olamayacaksa "bâri maçı izleyeyim, taraftar kitlesi arasında sivrilirim" demek zorundasınız; çünkü futbola dahil olmayanlara hayat hakkı varsa da, daha fazlası yok.
Birinci Kural şu: Sahadaki bütün kırmızı ve sarı kartlık durumlarda suçlu aslında ikinci takımdır; ilk takımın oyuncuları on kusurlu hareketten hangisini yaparsa yapsın cezayı, olaya karışan ikinci takımın oyuncusu alır.
İkinci Kural şu: Top hangi kaleye girerse girsin, golü ilk takım atmış sayılır.
Üçüncü Kural şu: Oyunun herhangi bir anında, kuralları değiştirmek Federasyon, Hakem Kurulu veya o anda maçı yöneten hakemin yetkisindedir (Yani kuralları birinci takım belirler).
Dördüncü Kural şu: Sezon boyunca ya da maç devam ederken ikinci takımın oyuncularının lisansı iptal edilebilir; saha güvenliği, ikinci takımın oyuncularını tutuklayabilir.
Beşinci Kural şu: Tribünlerde sadece birinci takıma tezahürat yapılabilir;spor basınında sadece birinci takımın başarılarına yer verilebilir.
Altıncı Kural şu: Başörtülüler, sakallılar, saçı uzun ya da kulağı küpeli erkekler, dinciler, sosyalistler, Kürtler, Aleviler... Fedarasyonun ve Hakem Kurulu'nun uygun göreceği bir soyunma-giyinme ve tıraş sonrasında, ilk takımın şemâiline büründüklerine ikna edebilirlerse Stadyum'a belki girebilirler.
Yedinci Kural şu: Stadyumun dışında kalanlar avucunu yalar.
Pekiyi, abartıyor muyum? Futbol -pardon- demokrasi tarihimizin böyle bir üslupla başlayıp yakın zamana kadar bu ana şablon üzerindeki bazı taviz ve atılan geri adımlarla devam etmediğini kim iddia edebilir!
Daha önemlisi, madem abartmıyorum, böyle bir demokrasi (pardon) "futbol şeysi"nde hep ikinci takımın kazandığına nasıl inanabilirsiniz? Şu videoyu vaktiniz varsa seyredin
http://video.twicsy.com/i/eYRnd
Benim asıl derdim, darbe girişimlerinin sonunda niyetini gerçekleştirememiş olduğu sonucuna varan bu "niyete odaklanmış" bakış açısının, darbelerin herşeye rağmen ürettiği hasılayı görüş alanımızın dışında bıraktığını; bu suretle de, kavrayışımızı çarpıtarak marazî bir kör döğüşüne yol açtığını göstermek.
Darbecilerin niyet ya da maksadına odaklanan bir okuma, aslında tarihimizi kesintili bir biçimde, parçalı, ekten-bükten okumamıza yol açıyor: Darbeciler şunu amaçlıyordu; bu maksatla şunları yaptılar; ama olmadı; sonunda oyuna yeni bir jön girdi; malı, o götürdü; darbeciler avucunu yaladı; demokrasi daha da gelişti! Video'yu seyrettiyseniz sonunda Kazakların Britanya Kraliçesinin elinden kupayı kapmaları hikayesi kadar safdil bir mutlu son anlatısı bu.
Durup durup sahneye çıkan darbeciler hep aynı şeyi yapmak istiyorlar. Onlar tam başarılı olacakken bir "deus ex machina" ortaya çıkıyor; halk onu destekliyor; demokrasimiz gelişiyor. Peki değişen sadece siyasal oyunun demokrasi standartları mı?
Darbeler, düşük standartlı bir sözde-demokrasiye rağmen iktidara gelerek icraat ve politikalarının vektörel ivmesi sonunda Cumhuriyet Statükosu ile çatışma içine düşen ve "devlet kudretine karşı popüler muhalefet"i temsil eden iktidar partilerini biçiyor. Bu partiler biçilince popüler muhalefete kanal oluşturacak, iktidara gelme potansiyeli yüksek politik hareketler, politik yeniden yapılanma sath-ı mâilinde, bir önceki partiden daha tâvizkar, Cumhuriyet Statükosu'na daha fazla uyum sağlamış yeni bir siyaset kulvarında oyuna sıfıdan başlayacak bir "yeni oluşum" doğuyor.
Demirel'in Adalet Partisi, Demokrat Parti'nin asla kabullenmeyeceği dar kalıplara eyvallah ederek oyuna girdi ve 12 Mart sonrasında bu dar kalıpların mahir oyuncusuna dönüştü.
Özal'ın ANAP'ı, 12 Eylül'ün dar kalıplarını bir başlangıç noktası olarak kabullenmeseydi, siyaset sahnesine çıkamazdı; ironik olarak, ANAP'ın kariyerinde, eski liderlerin siyasete dönüşüne hayır diyerek 12 Eylül yasaklarından medet uman bir noktayı da unutmamak gerekir.
Erbakan, iktidarda kalabilmek için 28 Şubat kararlarının altına imza atmakla kalmadı; kendisini en büyük anti-siyonist gibi pazarlayan politikasını yerle yeksan edecek şekilde, İsrail'le Güvenlik İş Birliği Protokolü'nü ve idare çarklarına keyfî bir biçimde asker vatmanların el koymasına kapı aralayan 9 Ocak Kriz Yönetimi Yönetmeliği'ni de imzaladı. Partileri kapatılan yenilikçiler, AK Parti'de yeniden organize olarak -iktidarını konsolide ettikten sonra Tayyip Erdoğan'ın bizzat ifade ettiği üzere- "Millî Görüş gömleğini çıkararak" siyasete devam edebildiler. İslâmî bir geçmişe dayanan bir parti, yabancı sermayeyi, ve aslında sıcak para akışını "paranın dini-imanı olmadığı"nı deklare ederek selamladı.
Bütün bu süreç boyunca, "Cumhuriyet Statükosu'na muhalefetin partileri", iktidara gelirken hep daha dar siyasal çerçevelere mahkum edilerek, bu dar çerçeveleri oyunun kuralı olarak sahiplenmek mecburiyetini sineye çekerek siyasete atıldılar. Bu arada kendileri dönüştüler; durmadan daha yenilikçi ve daha daha yenilikçi kılıklara bürünmek zorunda kaldılar.
Bütün bunların memleketi felakete sürüklediği tarzındaki sözde "anti-empirelist", ama aslında statükonun milis ruhundan beslenen bir yoruma götürülmesini onaylamıyorum. "Statüko'ya muhalefet çizgisi"nin ironik dönüşümüne bakın ki, hiç de Hilafetçi olmadığı halde "siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz" diyebilen laik bir siyasetçi olarak Adnan Menderes'ten bir zamanlar Hilafeti savunmadığını kimsenin iddia edemeyeceği Tayyip Erdoğan'ın AK Parti'sine ulaşmış bulunuyoruz. Bu ironik dönüşüm, bu muhalefet çizgisinin Batı ile uzlaşma derecesinin de bütün bu dönüşüm süreci boyunca giderek arttığı bir seyir izledi.
Statüko'ya muhalefet çizgisinin bu ironik dönüşümü, elbette darbelerin ilan edilmiş (manifest) niyeti değildi; bütünüyle darbelerin eseri de değildir. Yine de, bu dönüşüm, darbelerin bir hâsılası olarak görülmek durumundadır. Bununla birlikte ben bu hâsılayı darbelerin majör hasılası olarak değerlendiremeyeceğimiz kanaatindeyim. AK Parti İktidarı, İslamcı siyaset ve kültür entelijansiyasını bir iktidar gövdesine emerek "Milli İstihbarat'ın gizli kapaklı operasyonlarının mahremiyetini savunmak" noktasına taşıyan bir dönüşümü temsil ettiği noktada bile, İslamcı siyaset ve kültür entelijansiyasının bu dönüşümü de aynı minör dönüşüm kapsamında kalıyor.
Bana kalırsa darbelerin en maksimal hâsılası "masum halk / Anadolu insanı"nın geçirdiği dönüşümdür. Bu dönüşümü anlamak için öncelikle oyunun sadece politik takımlar arasında cereyan eden bir maçtan daha geniş kapsamda cereyan ettiğini görmek gerekiyor. " "masum halk / Anadolu insanı"nı da aktif tercihler yaparak stadyuma, maç yayınlarına ve eski hakemlerin boy gösterdiği maç tartışmalarına dahil olduğu bu süreçte, bütün kesim ve katmanları ile dönüşüme uğradı. Bu dönüşüm de tümüyle darbelerin eseri değil elbette; ama darbelerin bu dönüşümde asal katkısını kim inkar edebilir!
Sosyo-tarihsel süreçlere fizik analojilerin penceresinden yaklaşmak pek hoş değil; ama bütün sevimsizliğine rağmen bu analojiye başvurarak Oya Baydar'ın da dile getirdiği, "darbecilerin niyetlerine odaklanan" bakış açısı şöyle ifade edilebilir: "Bir kuvvetin etkisi altındaki kütle, o kuvvete ters yönde tepki verince, etki sönümlendi". Bu ifade, bir tarafa darbecileri, öbür tarafa da geri kalanları koyuyor. Oysa, asker de olsa, darbeciler politik aktör olarak rol oynamakta iseler onlar dışındaki politik aktörlerle aynı klasmanda ele alınmalı ve "masum halk / Anadolu insanı" üzerinde en azından iki kuvvetin etkisi birbirinden ayrılmalıdır. Buna göre, darbeciler ve onların destekçisi olan politik partiler -CHP ve mesela MHP(*)- aynı kuvvet içinde ele alınabilirse de, Statükoya muhalefetin iktidara taşıdığı partiler ondan ayrı bir kuvvet olarak ele alınmak durumundadır. Bu durumda analojinin gerçeğe daha uygun kurgusu "iki kuvvetin etkisi altındaki kütle"den söz ederek oluşturulabilir. Bununla birlikte, modelin biraz daha karmaşık olması gerekiyor; zira, darbelerde "birbirinden bağımsız iki kuvvet" değil, biri ötekine göre daha özerk, öteki üzerinde başlangıçta neredeyse mutlak, ama zamanla daha nisbî hale gelen bir "belirleyici etkiye sahip" iki kuvvet söz konusu. Anlaşılacağı üzere, darbeciler ve onları destekleyen Cumhuriyetçiler cenahı daha özerk ve "belirleyici etkiye sahip" kuvvet iken, darbeye maruz kalan ve demokratikleşme sürecinde nisbî bir özerklik elde eden Demokratlar cenahı da ikinci bir kuvvet olarak ele alınmak durumunda.
Modeli gerçeğe daha da yaklaştırmak istiyorsak fizik analojinin "kütle" varsayımını sorgulamalıyız. Fizik'te kuvvet dinamik karakterde iken "kütle" durağan niteliktedir ve kuuvet dinamiğine edilgen bir biçimde tâbî olur. Oysa sosyo-tarihsel kuvvetlerin etkisine mâruz kalan mesela "masum halk / Anadolu insanı" kitlesi, durağan ve kuvvetin edilgen nesnesi, onun tepkisiz tâbii bir kütle değil; aksine, bir kısmına "karşı tepki" üreterek mâruz kaldığı kuvvetin etkisini hiç olmazsa kısmen sönümleyebilen, kasılıp gerilerek ya da gevşeyip dağılarak kuvvetin etkisine mukabele eden, kayganlaşarak, uzayıp genleşerek, katı iken akışkanlaşarak ya da buharlaşarak kuvvet karşısında dinamik bir mukabele üretecek şekilde karakter değiştirebilen beşeri-sosyal-kültürel bir dinamizme sahiptir. Öyle ise modeli şöyle kurmalıyız:
Basitleştirmek için darbecilere " C ", darbelere maruz kalanlara " D " ve "masum halk / Anadolu insanı"na da " H " diyelim
Darbelerin çalışma prensibi " ' C ', ' D ' yi yok ederek ' H 'yi gütmek istiyordu, ama başaramadı" biçiminde formüle edilemez. Bu formül, darbelerin neyi ortaya çıkardığını değil, darbecilerin emellerine ulaşıp ulaşamadığını dikkate alıyor, çok olsa. Bana kalırsa darbelerin çalışma prensibi, şu üç öncülün uygun bir bütün içinde formüle edilmesi ile gerçeğe daha yakın bir biçimde ifade edilebilir:
1. " ' C ', ' D 'yi dönüşüme zorlayarak ' H 'nin dönüşüm istikametini yönlendirecek bir etki üretir";
2. " ' D ', ' C 'nin etkisini kısmen sönümleyecek şekilde dönüşürken ' H 'nin dönüşüm istikametinde vektörel bir sapma yaratır ";
3. " ' H ', ' D ' ve ' C 'nin tek tek ve bileşik vektörlerini sönümleyip dinamize edebilen ayrı ayrı tepkiler üretecek şekilde karakter değiştirerek kendi dönüşüm istikametinde ilave vektörel sapmalar kazandırır ".
Çok bilimcil oldu, farkındayım
Buraya kadar sabırla okuyabildiyseniz son birkaç cümle daha edeceğim.
Darbeler, hem Demokrat cenahın hem de "masum halk / Anadolu insanı"nın önemli dönüşümler geçirmesine yol açacak bir hâsılanın ortaya çıkmasında dikkate değer bir etkiye sahiptir. İronik bir biçimde, darbecilerin ana istakametinde bir dönüşüm gerçekleşip gerçekleşmediği de, ayrı bir konudur.
"İyi ki darbeler olmuş, yoksa bunlar bu kıvama gelmezdi", yahut "darbeler bu ülkeye büyük kötülük etti, ülkenin normal gelişme mecrâını bozdu" gibisinden ideolojik değerlendirmeler yapmak yerine,
1. bu etkiyi görmek;
2. bu etkinin tek kuvvetin hâsılası olarak hiçbir sonuç vermediği ya da kötü sonuç verdiği biçimindeki duygusal ya da opak bakış açısından kurtulmak;
3. ortaya çıkan hâsılayı, bu sürecin travmalarından sıyrılarak yeniden ele almak; ve
4. bu ülke ve kaderi, bu ülkenin serencâmından etkilenen coğrafyalar için istikametini akl-ı selim ile tayin etme ağırbaşlılığı kazanmak
zo-run-da-yız!
(*) MHP'nin darbeleri desteklediğine itiraz gelecek olursa onu da tartışabiliriz.
http://t24.com.tr/yazarlar/oya-baydar/darbecilerden-kahraman-yaratmayi-basaranlara,9596?utm_medium=social&utm_content=sharebutton
Thursday, June 26, 2014
Tuesday, June 3, 2014
UYGULAMALI SOSYOLOJİ ARA VE FİNAL NOTLARI
Öğrenci No
|
Öğrenci Adı
|
ara
|
genel
|
200910108044
|
Samet
Bukri
|
53
|
43
|
201010108002
|
Büşra
Sadıç
|
68
|
55
|
201010108003
|
Büşra
İbişoğlu
|
80
|
53
|
201010108004
|
Raşide Er
|
65
|
65
|
201010108005
|
Selin
Çevik
|
95
|
80
|
201010108006
|
Burcu
Aytaç
|
90
|
90
|
201010108007
|
Sezin
Kırlı
|
60
|
55
|
201010108009
|
Melek
Karan
|
77
|
85
|
201010108011
|
Sebil Has
|
65
|
83
|
201010108013
|
Ceren
Öztekin
|
28
|
68
|
201010108014
|
Ceren
Toköz
|
38
|
88
|
201010108015
|
Hatice
Çelik
|
51
|
88
|
201010108016
|
Yasemin
Karaçizmali
|
57
|
50
|
201010108017
|
Esma Çelik
|
55
|
78
|
201010108019
|
Hülya
Siner
|
54
|
70
|
201010108020
|
Rümeysa
Baykal
|
67
|
83
|
201010108021
|
Buse
Akkavak
|
75
|
60
|
201010108022
|
Tuğba Ayan
|
25
|
60
|
201010108023
|
Fatma
Usanmaz
|
80
|
73
|
201010108024
|
Tuğba İkiz
|
65
|
68
|
201010108026
|
Merve Nur
Kaya
|
57
|
60
|
201010108027
|
Hülya
Ertürk
|
44
|
53
|
201010108028
|
Sonnur
Aydın
|
64
|
65
|
201010108029
|
Nurcan
Öksüz
|
62
|
65
|
201010108030
|
Ayşe Adalı
|
63
|
78
|
201010108031
|
Asiye
Yıldırım
|
43
|
60
|
201010108032
|
Aslıhan
Taşbaşı
|
44
|
60
|
201010108033
|
Hanife
Baltacı
|
58
|
55
|
201010108034
|
Osman
Ertaş
|
55
|
53
|
201010108035
|
Aslı
General
|
53
|
78
|
201010108036
|
Gülhan
Hazer
|
40
|
40
|
201010108038
|
Pınar
Çalık
|
55
|
60
|
201010108039
|
Seher Şen
|
28
|
20
|
201010108040
|
Şeyda
Erkan
|
53
|
65
|
201010108041
|
Gamze
Şahin
|
39
|
68
|
201010108042
|
Duygu Düz
|
65
|
85
|
201010108043
|
Gülsen
Taflan
|
58
|
80
|
201010108044
|
Zehra
Çelik
|
42
|
43
|
201010108045
|
Burcu
Karadeniz
|
67
|
68
|
201010108046
|
Ayşe
Aşıroğlu
|
58
|
63
|
201010108047
|
Gizem Elik
|
64
|
75
|
201010108048
|
Anıl
Koldaş
|
37
|
73
|
201010108049
|
Elmas
Işıklıoğlu
|
47
|
50
|
201010108050
|
Betül
Beklin
|
42
|
66
|
201010108051
|
Bahar
Demirayak
|
42
|
70
|
201010108052
|
Betül
Karapınar
|
55
|
75
|
201010108054
|
Mustafa
Deniz
|
32
|
48
|
201010108056
|
Vildan
Kaya
|
56
|
60
|
201010108057
|
Dilek Tek
|
55
|
60
|
201010108060
|
Sümeyra
Karakaş
|
39
|
68
|
201010108061
|
Emel Balcı
|
48
|
30
|
201010108063
|
Özlem
Kezer
|
63
|
55
|
201110108004
|
Goncagül
Gültekin
|
58
|
80
|
201110108013
|
Leyla
Akbulut
|
65
|
63
|
201110108016
|
Yakup
Aydın
|
40
|
78
|
Subscribe to:
Posts (Atom)