Friday, April 18, 2008

dokuz oku bir çıkar

hep bu pılıyı pırtıyı toplayıp sıvışma hevesleri
bu hevesler ne çok hayatı hayatımızın fiilen içinde
ve fakat ruhen
dışında bıraktı
buradasın, ama oynamasan olurmuş gibi düşünerek oynadığın bir oyun bu
mesela şu maili yazmak için, kendinden o maili yazacak insana kadar
ne çok yol yürümen gerektiğini
ve buna gücün olmadığını düşünmek için
bu "oynamayan oyunu"nun ayak bağlarını
bahane ediniyosun

neymiş; otla böcükle uğraşacakmış
peaaaah!
ne var da doktora yapıyon madem?
botanik mi çalışıyon, böcükbilgini mi olcen?

ne varmış da bu “oynamaz oyunu oyuncusu”nu sevmemişim?

o senin dediğin kuş yuvası
sor bakalım kuşa, hangi çöpü niye almış, nasıl seçmiş, niye öteki çöpleri görmezden gelmiş
niye bu yumurtayı cılk etmiş
niye bu yavrusunu yuvadan düşürmüş (belki de atmıştır, yok yok, kesin o atmıştır)
günahını durup durup yüzüne vurmak mı
yumurtayı cılk etmek mi daha günahmış

e tüyleri bu kadar parlak, kanatları bu kadar güçlü (nasıl da muhteşem uçtuğu sanılıyo ya)
bakışı bu kadar fıldır fıldır, görüşü bu kadar
keskin
üstelik gagası da bu kadar sivri

gagalayışı da bu kadar didikleyici
ha tutsaydı kaldırsaydı ya beni bu bataktan
pençeleri bu kadar kavrak, bacakları da bu kadar kavi

ne desem, bilmiym ki
şey diyeyim
salak!
o da bir kuş işte nihayet
ne bilir tüyleri neden parlak
(hatta farkında mıdır parlak mı solgun mu?
"efendim, durup durup
kanatlarının altındaki yağ bezlerinden
dirhem dirhem gagalayıp
tüylerine sürmeyi biliyo ya"ymış, peaaah)
kanatlarının bu kadar güçlü olduğunu da sen uyduruyosun
onun bedeni hafiftir belki
ya da kanatlarını çırpındıracak kadar bastırıyordur
hayat

daha sayayım mı?
kuş gözüdür fıldırdar
kuş dediğin drama kursu mu görmüş
ayna çalışması mı yapmış
görüşün keskinliği, ne görenin kerametidir
ne görülenin apaçıklığına delalet
ve ne de keskinlik
görülenin gizlenmişliğindeki emniyet hissine saçmalık katar
(de ki solucansın, görmüş kıpırtını, e n'ooolmuş?
tok kuşun iştahı, şaşkın solucana ayak olurmuş)

o çilehane, sana sunulsa ne güzel çile çekerdin
şimdi çile çekmiyorsun ya, çünkü…
ama bir bak bakalım, çile mi çekmiyorsun, çektiğini çileye mi saymıyorsun
saymadıklarının çilesine güç mü yetiremiyorsun
gücünü mü hiçe sayıyorsun...
anırmaz sıpa olunca, herşey hallolacak mı sanıyorsun
yoksa neye çifte attığını bir yana bırak, hala çifte attığının
farkında bile mi değilsin

kalbinde bir delik boğazında bir düğüm
caaanım efendim, ebu bekr, rivayet olunurkim
"o mağara"da
bir delikten baş uzatan yılanı kovmuş
deliğini de hırkasından kopardığı parça ilen tıkamış
ki gafletine rast getirip tekrar uzatarak başını
zehirleyip öldürmesin ciğer paresi peygamberi



amma yılan bunca kıvrak, mağara da bunca delik deşik değil midir?
o deliği tıkarsın, bu delikten baş uzatır
ebu bekrin hırkasından bin parça
bin deliğe tıkaç olsun
velakin mağara dediğin
1001 delikli de olur
bakmış hırka elden gitti, küllü ecza anca bin deliğe yetti
mecal takat tükendi
ayak başparmağını tıkamış o son deliğe

ya bilir misin senin mağaranda, sonuncu deliğin numarası 1001 midir?
bul buluştur, tep tepiştir ki, o aynı yılan
değil hep aynı delikten,
10.001. (son nokta -inci demek) delikten dahi zehirleyemesin can evini
e son bulacağın da belki, boğazındaki düğümdür tepiştirecek

haaaa
bak burada bir şey öğren
lime pare edip 10.000 deliğe tıkaç ettiğin herneyse
o elinden gitmedikçe
boğazındaki düğüme sıra gelmeyecek
bir yılan deliğine o düğümü tepiştirmeyi akledebilmen için
"bu iş görür sandık"ların elden avuçtan gidecek
oysa ki o düğüm, ilk deliğe tıkaç edilse, yılanı mahv ederdi
sen nerden bileceksin
bilsen ne halta yarar,
boğazdaki düğüm de "na çektim çıkardım" usulü
çıkarılabilir mi yah

son
şu Usta mevzuu
çapraşık bir şeydir
benimkini sen yılan dili say yine de
amma onculayın dolaşık dönemez
anlat demesi kolay

baktım, beceremiyordum
sonra beceriklilerle beceriksizleri gördüm
becerdikleriyle geçiniyor

beceremedikleri ile geçip gidiyorlardı
başıbozuklar gördüm
tutsalar becerirlerdi, fakat becermiyorlardı
düşündüm
böyle bir dünya kotarılsa da sürüp gidemezdi
oysa sürüp giden bir dünyaydı, akıp gittiğimiz bu düş
demek yanlış görüyordum
ya gördüğümü yanlışa vuruyordu
içimdeki çarpım taPlosu

ustalar sustuğu zaman çıraklar bağrınıyordu
ahmaklar, gürültüyü bi halt becermek sanıyorlardı
oysa, bütün bu
becerilmişler, becerenler, becerikliler, beceriksizler, becerisizler arasında
onların tutmayan hesapları, bozuk niyetleri arasında
bir hesap tutuyor gibi görünüyordu
Usta işi bir hesap

çıraklar gördüm sonra
zor seçiliyorlardı
durmadan dükkan süpürüyor, getir götür yapıyor
körük basıp ocak harlıyor, kömür atıp ateşi taze tutuyorlardı
elleri iş karası
yüzleri is karası
dilleri sus karasıydı
çok özendim
içim gitti

aralarından bazıları

Usta'nın bir sözünü bin edip ötekilere iş buyuruyordu
bazıları o işi bin edip

kavruk çocukları işe vuruyorlardı
bu Usta işi dünyada, bir bendim sanki
ne kara kömür, ne isli ocak, ne kızılkor erimiş demir
ne paslı fıçı, ne kirli fıçı suyu
ne akkor demirin
suya daldırılınca çıkardığı o coss sesi
ne de sopsoğuk çelik olmuştum
ha şu marsık çıraklardan biri kadar olaydım
susmaya dalaydım
demirden alaydım
körük basaydım
olmadı kömür olaydım, bir dem yanaydım
harda yalaz, yangında dil, ocakta kül olaydım

levmettim, kahrettim, derde kardım
yandım
meğer cevheri yakar imişler
cevher dediğin, görmez göze toprak görünür
kili küll, madeni ipil eder imişler
zerreleri eritip ışıtır imişler
Usta işi bi şey
aynaya baktım
bu zerrat bu ecza nasıl cem olunmuş meğer
utandım
bir ses işitilir utandığım yerlerden
"sussss!"
"eyle!"
"olllll!" bir de

susabilirsem
çıraklıkta gözüm
Usta tek
çırak edecek
bir şeye benzeyecek

mi
eh

dedim sana
çapraşık şey

ha bir de şu
"BARIŞMAK İSTİYOR"muşsun
aptal, sana küsen mi oldu!

dokuz ok sapladım yılan başına
dokuz oku
bir çıkar

bitmez ki

No comments: