Saturday, December 6, 2008
berâe!
berâe!(*)
gök iğde mavuru
her gurûbun ardını zifir
ve geceyi örter mevtin tülleri
-I-
ey kalbimin kapılarına istavroz
kasıklarıma incir yaprağı
menzilime ceset sürüyen
ey topuklarıma dağı
ellerime bulut kümeleri
ve içime bu öcü çökerten dehr
ey bütün yetimlerden kızlık zarları
ve isrâil çocuklarından kancıl diken bezirgân
tenâsülüne el uzatan çakal
bütün tohumların
beyaz önlükler ve hardal tulumlar içinde
devrimler kıtaller ve miğferler içinde
tanırım seni
ne orman balta girmedik
ne madde ne fikir elleşilmedik…
utanmaz duvarlarınla
ve böğründeki bel-hüm adal mührünle
tanırım seni
-II-
bırak
bir bu ömre seçildim
bu ağusuz kadehi kaldır önümden
yetmez mi
tarlaların çorak
ağaçların kısır çıktığı
baharın
bırak
çölün koynunda tanrılığa soyunacaksa buzağı
göllere maraz kuşları inmesin
bakirelere Meryem…
babasızlığımı doğuracaksa Ümmü Musa
acı özü dağlarda emraz çiçeklerinin
bu solgun gülleri tutan kan
tenimde duraksız
biriksin
bırak
kış gelir ayaz
öldüm kül ve duman bürüdü tan yeri
kefenler beyaz değil
yetişir
göverik tenlerden uzuv
rahimlerden şifa çaputları
maraz simyaları ceninlerden
çaldığın yetişir
bitimsiz gençlik yağlarıyle ovduğun
sayrıl kadınlar doğurmasın durmadan beni
-III-
ölüm sıvaştırırken sen ey ebter
dokunduğun her şeye
– bir zaman doğmuştu ya Adem
babasız doğacağım o gün İsa
babasız büyüyeceğim her gün
Musa
ve yetim son güne dek
duraksız çoğalacağım
bir adım Ahmed
(*) Yedi İklim Dergisi, Kasım 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment